Yazı

GAVURCU DÜĞÜNÜ -3 -

Dedik ya adet böyle diye…

Düğün düğündür demeyin.

Her yöreye göre farklılıklar arzeder düğünler.

Bazen TV programlarında izleriz hoşumuza gider. Bazen davet edilir gideriz.

Eğer bilinen salon düğünü ise klasikleşmiştir fazlaca ehemmiyet vermeyebiliriz. Adet yerini bulsun diye gider, ya çiftlerin yakasına para takar görevimizi yaptık deriz ya da olmazsa olmaz türünden ise altın takarız.

Neticede her birimiz farkında olmadan o adetlerin birer parçası oluveririz.

Düğünün görünen yanıdır bizim izlediğimiz. Detayları çokça bilmeyiz büyük şehirlerde yaşıyorsak. Davetliyizdir, gider görevimizi ifa ederiz.

Oysa “gavurcu düğünü” tabir edilen düğünler farklılıklar arzeder.

Diğer iki yazımda bahsettiğim gibi bu tür düğün öncesi taraflar adeta “pusuya yatmak” tabir edeceğim bir şekilde ellerindeki çocukların cinsiyetine göre gizli araştırmalar yaparlar ve ellerinden geldiğince hızlı davranmak gereği duyarlar.

Bu çabukluk her iki taraf için de geçerlidir.

“Gavurcuların” Türkiye’ye geliş ve dönüş süreleri bellidir. Her şey bu belli sürede olmalıdır.

Ayrıca kim hızlı davranırsa kârlılık o oranda artacaktır.

İşin detayına biraz inelim ve köyde yaşayan bir ailenin oğullarını evlendirmesini irdeleyelim.

Aile o yıl oğlunu evlendirme kararı almışsa kıştan itibaren oğlanın düğünü için gereken hazırlıkları yapmak zorundadır. Eğer kafasında filancanın kızı varsa araya adamlar sokmak, ön görüşmeler yapmak gerekir. Kızın ailesinden yeşil ışık alınmış ise hazırlıklar ivme kazanır.

Ekinler kaldırılıp, ürünün parasının en azından belli bir kısmı cebe girdiyse iş daha kolaylaşır.

Fakir ise her zamanki gibi boynunu büker, sırasını bekler.

Neticede istenecek kız ve ailesi yurtdışından gelir gelmez aracılar vasıtasıyla görüşmeler yapılır ve isteme günü belirlenir.

Aile kızını verme rızasını gösterince de evvelce bahsettiğimiz “şeker dökmek” olayı ile evlenme süreci başlar.

Kız tarafının şartlarından birincisi elbette Anadolu’nun olmazsa olmazı olan “başlık parası”dır. Daha sonra altın sayısı ve diğer ayrıntılar konuşulmuştur şeker dökülmeden önce.

Yani tüm işler sağlama bağlanmış, anlaşmalar yapılmıştır ve bu anlaşmanın üzerine ağız tadı olsun diye de iş şeker yemeye, yedirmeye kalmıştır.

Başlık parası neye göre belirlenir diye merak ettim ve sordum kızını veren bir babaya.

Aldığım cevap düşündürücüydü.

- Buradaki düğünü biz yapacağız, oğlanı yurt dışına aldırma işlerini yapacağız. Orada ev açacağız ve bir ev için gereken tüm eşyayı alacağız. Oğlana iş bulacağız. En az bir seneye yakın besleyeceğiz. Bunun karşılığı olarak istenilen paradır bizim adını koyduğumuz.Bu da aşağı yukarı onbeş veya yirmi bin euro’dur.

- İyi de oğlanın ailesinin bu parayı size vermeye gücü yetmezse ne oluyor?

- Ne olacak. Masrafı önceden yine biz yapıyoruz ama ayrı ev açmıyoruz. Delikanlıyı yanımıza alıyoruz ve iş buluyoruz veya kendi işyerimizde iş veriyoruz. Oğlan yanımızda çalışıp bize borcunu ödüyor. Borcu bitesiye kadar da beş yıllık oturumunu almasını engelliyoruz.Yani borcunu öder, öyle hak eder yurtdışında daimi kalmayı.

- Peki bu süre içinde kızınızla geçimsizlik olursa aralarında ne olacak. Yani borcunu ödeyemeden ayrılmak isterlerse ne olur?

- Ne olacak, oğlanı Türkiye’ye postalarız olur biter. Onlar koşar gayri peşimizden.

Donup kalmıştım bu cevapları duyduğumda.

Ortada duygu yoktu, sevgi yoktu.

***

Birden bu köye gelişimin ilk yılını anımsadım.

Bulunduğum yer köyden epey uzak olduğundan, sık sık gitmezdim köye. Bu sebeple düğünlerden haberim yoktu. Uzaklardan tabanca sesleri ve davul gümbürtüleri gelince ilk aklıma gelen “birilerini askere uğurluyorlar” düşüncesi oldu.

 

Bahçeyi düzenlesin diye bulduğum genç bir köy delikanlısından öğrendim düğün olduğunu.

Gözleri parlayarak yüzüme baktı. İyice esmerleşmiş tenine tezat, gülümsediğinde bembeyaz görünen dişleri vardı.Hafif alaycı bir ses tonuyla:

- Bu dügün kimindir, sen bilmirsen? dedi

- Nerden bileyim.

Anlayamadığım bir isim söyledi. Açıkçası pek de önemsememiştim kimin düğünü olduğunu.Hem bana ne tanımam etmem. Ama delikanlı dikkatimi başka bir konuya çekiverdi ansızın.

- Yenge, sen bilirsin mi bu dügündeki gelinin üç çocugu vardır ama gelin gelinlik giymiştir.

- Hadi be…

- Hem vallaha, hem billaha

- Sen nerden biliyorsun? diye sordum ama sorumun saçmalığını sorduktan sonra kavradım.

- Nasıl bilmem ki yenge. Aha bunlar gavurcudur. Kızını ilk sattıgı adam da bizim köyden idi. Adam borcunu ödeyemeyince geri postaladılar. Emme(ama) kız yüklü imiş,(yani kız hamile imiş) dememişler garibe, bi gız kunnamış.(bir kız çocuk doğurmuş). Sonra Cırrolar istediler kızı. Başlıkla sattılar kızı. Bi kac yıl evli kalmışlar idi , yine cocugu olmiş karının. Sonra aha bu kızın babasi yine boşatmış kariyi kocasindan. Şimidin (şimdi) karıyı yine sattı birine. İşte o karı üç çocugu var iken gine geydi (yine giydi)gelinligi, oynuyor ortada yeni gocası ile.

- Allah Allah …peki niye boşatmış babası kızı?

- Neye olcek para için tabi… Alan da oynardır şimdi satan da.

- İyi de bu köyde hiç evlenmemiş kız yok mu ki gidip üç çocuklu kadını istiyor köylü oğluna?

- Aaa yengem, sen de hiç bişi bilmiyosun. Eger köyden kız alsak nasıl gitcez gavura?

İşte o gün başımda ilk ampul yandı.

Yurtdışına gidebilmenin yolu, yine yurtdışında yaşayan bir aileye damat olmaktan geçiyordu.

Bu yüzden kız olmuş, dul olmuş, üç beş çocuklu olmuş önemi yoktu ki. Kapağı attın mı gavura varsın evdeki kadının dul olmuş olsun. Gavurda “karı” mı yok?

Hele de oturuma iznini aldın mı, hele de gavurun vatandaşlığına geçtin mi gerisi kolay.

Boşa gitsin al yenisini…

Bu, oğullarını yurtdışına göndermek isteyen, kurtuluşu orada görenlerin düşünce biçimi.

Yurtdışında yaşayan kız babaları (elbette hepsini kast etmiyorum) ise kızları başlık alarak satma yoluyla kısa sürede belli bir sermaye elde ediyorlar.

Sanki ilk evlilik sağlıklı yürümeyince veya herhangi bir sebeple evlilik akdi bozulunca ve belki de araya paranın cazibesi giriverince namus mefhumu da bir anda buharlaşıveriyor.

 

Kızlarını birden fazla kişiye satan bir zamanların fakir köylüsü, köyde villa yaptırıyor, altında son model araba veya cip ile geliyor köye.

Köy kahvesinde çay içer ve etrafındakilere de bolca çay ısmarlarken havasını atmayı da ihmal etmiyor.

- Aha bu damada da didim gardaş…gızımı sen de memnun etmeyceksen, yarin de gün sende yamuk yapceksen, bak senin de götüne tekmeyi atarız haaa…

***

Bu bakış açısına sahip ailelerde çocuklarının evliliği bir nevi ticarete dönüşüyor.

Hem konu sadece çocukların evliliği de değil.

Adam kendi karısını boşayıp, yurtdışında yaşayan bir akrabası ile evlendirebiliyor.

Kadın bu akraba ile kağıt üzerinde nikah yapıyor belki ama neticede başka şahısla evli gözüküyor. Sonra , yani kadın yurtdışında beş yıllık oturum izni almayı hak etti mi göstermelik evliliği bitiriyor. (Tabi bu süre içinde yurtdışı yasalarınca göstermelik de olsa evlilik yaptığı adamın evinde oturmak ve polis kontrol ettiğinde o adamın karısı olduğunu ispatlamak durumunda.O evde gerçek karı koca ilişkisi yaşarlar mı yaşamazlar mı , yoksa oturum izni alana kadar ayrı odalarda kardeş kardeş yatarlar mı ? İşte burasını Allah ile bu kişiler bilir)

Neyse efendim, ara bozuculuk yapamayayım da neticede izni alan kadın diğer adamdan boşanıyor, gelip kendi kocası ile yeniden evleniyor ve hem kocasını hem de çocuklarını yurtdışına götürüyor.

Bir başka gidiş şekli ise adamların buradaki hanımlarını boşaması ile başlıyor.

 

Yurtdışına evvelce gidip yerleşmiş, bir başka tabir ile gözü açılmış bir vatandaş yurtdışından ecnebi kökenli bir hanım buluyor.Bu hanıma belli bir ücret ödenerek izne gelişte kadın yurda getirilip, karısından boşanmış o vatandaş ile evlendiriliyor.

Yabancı hanım anlaştıkları paranın bir kısmını aldığından, paranın tamamını Türkiye’de evlendiği “cici” kocasını yurt dışına getirtip, oturma izni aldıktan sonra alıyor.

Tabiidir ki bazen bu yabancı hanım ile evlilikler uzun da sürebiliyor.

Yabancı hanım memnun kalıyor Türk kocasından, boşanmıyor uzun zaman.

Elbette bizim erkekler de pek memnun kalıyorlar ki nedense bir türlü bu hanımları boşayıp da gelip kendi hanımları ile yeniden evlenip yanlarında götürmek istemiyorlar. Bunu açıkça söylemedikleri için kırk bin türlü yalan devreye giriyor elbette ve kadınların çoğu kocaları ne derse inanmak durumundalar.

te o süreçte Türkiye’deki hanım ve çocuklar mecburen beklemede kalıyorlar.

Adam karısı ve çocuklarını yanına alamadığı, yabancı hanımdan da ayrılamadığı için çok uzun yıllar bu şekilde iki evli kalma durumları da oluşuyor.

Bazıları bu yabancı hanımı Türkiye’ye getirip eski hanım ile kaynaştırma moduna da geçiyorlar.

O zaman devreye başka türlü çözümler de girebiliyor.Yani Türk hanım fedakarlık yaparak kabulleniyor bu durumu. Hatta yurt dışına turist pasaportu ile çıkarak kocası ve yabancı hanım ile birlikte yaşamayı da göze alabiliyor. (Kaçak gidip yıllarca bu işi başaranlar bile var)

Bilmem az da olsa konuyu anlatabildim mi?

Bir büyük ticari alışveriş bu.

Hay ticaretleriniz batsın e mi…

 

(Devam edecek…)

 

Çiğdem Altınöz - 08/08/2007